Yaşam

Maruz kaldığımız frekanslar, parçalanmış DNA ve queer şiir

Onur Köybaşı, 2014 yılında yayınlanan Viyadükler adlı kitabında “Şahıs zamiri” adlı şiirinde “belki/ kuşlar geçer yanımızdan/ ağustosböcekleri/ Temmuz’a kaçarken;/ sen adam olursun, ben olurum” derdi. kadın”. Şiir şu mısralarla bitiyordu: “belki/ aşk ölür/ eve gelene çay dağıtırsın/ Duvardayım/ bir çıta”. Bize öğretilen cinsiyet kimlikleri ve duvara asılması kabul edilen portrelerin nitelikleri hakkında dayatılan bilgilerin bir adım ötesine geçebilirsek, bu satırların anlam yükünü daha iyi kavrayabiliriz. Her heteronormatif/heteroseksüel bağda insan erkek, kadın olur. Ölen kişi duvarda bir portreye dönüşür. Çayı dağıtan kişi (muhtemelen taziyeye gelenlere) hayatta kalan, portresi duvara asılan ise merhumdur. Bu düzensizlikte ölen aşktır. Aşkın ölümü, bireyi şekillendiren ikili cinsiyet normlarına bir tepki olarak Köybaşı’nın şiirlerine yansır. Sıkıntısı aşkın özgürleşmesidir. Cinsiyet hiyerarşisinin baskı altına alınmasını ve queer niyetle aşkın özgürleşmesini konu alıyor.

Ancak Onur Köybaşı kitabındaki başka bir şiirde açık kapı bırakmıştır. “Onları denemeyin!/ Size öğretildiği gibi yaşamaya çalışın/” dedi. Kitabın arka kapağını yazan Deniz Durukan’ın bu konudaki tavsiyesi çok net: “Onur Köybaşı Viyadüklerde denemeyin ne diyorsa hepsini deneyin. Zamanı geldi.”

Onur Köybaşı queer şiirin günümüzdeki temsilcilerinden biridir. Son çalışması ‘Punk DNA’, Sub Press tarafından yayınlanan güzel bir el kitabıdır. Bir tür ‘Punk DNA’ fanzin kitabı da diyebiliriz. Bence bu güzel yayına Onur Köybaşı’nın manifestosu denilebilir.

Kitabın ilk şiiri olan “Kaset I/80”, “60’ların ruhunu görmek için bana bakıyorlar…” mısralarıyla başlıyor. Bana bakma eylemi, bence, hayal kırıklığı yaratıyor çünkü 60’ların “gelecekte insanlara Jim Morrison’ı haklı çıkaramayacak kadar iyi görünme” hayali bugünün dünyasında çoktan paramparça oldu. Hızlı bir şekilde “ORTAÇAĞ BELGESELİNİ İZLEMEK/ Kendimle Oynuyorum/ Kendim Oynuyorum” satırlarının altında oyunun sembolleri, duraklatma, geri sarma, ileri sarma düğmeleri, teyp, televizyon, kısaca dinleme veya izleme cihazı gibi “oynat/ duraklat/ geri sar/ f.fwd” var. Kendinle oynamak, kendinle oynamak, bireysel tercihe bağlı gibi görünse de bu eylemler ancak teknolojik bir araç sayesinde gerçekleşebilir. Bunları yaparken aynı zamanda bir ortaçağ belgeseli izliyor olsak da…

“Islak İmzalı Plak” şiirindeki “Göğsüne tutunup beraat etmeni/ya da kendini asmanı beklerken” mısralarında yer alan ikilem oldukça dikkat çekicidir. Kendini aklama ve kendini asma kavramlarının aynı düzlemde olması, içinde bulunduğumuz çaresizliği açıkça gösteriyor. As, yani akıl diyor Köybaşı. İkisi de aynı şey zaten! Nedeni çok açık: Çünkü “perdelere sürdüğümüz şefkat kokusunun geçmesini beklerken (…) tavandaki çılgınlığın düşmesini beklerken (…) mantıksız görünen yüreği sarstık.”

Punk DNA, Onur Köybaşı, Alt Yayın 2020.

Ne yazık ki! Kanımca bu güzel kitaptaki şiirlerin temel ve ortak sorunu, kalbin nasıl ve ne şekilde sarsıldığını da ortaya koymaktadır. Farklı şiirlerdeki şu mısralara bakalım: “Yırtık DNA ve frekans/ tek ritmimiz bu”, “Okuma gözlerimi TV’ye uyarlarım”, “endoplazmik retikulum/ ağ sistemimde yayın yapıyor”, “TV’nizle oynayın” beni izlerken kendinle akort et/oyna”, “salonlarda atari / seks cinayeti arıyorum”. Televizyon, radyo, atari salonu ve daha fazlası elbette… Kısacası DNA’mızı kıran tüm bu frekanslar makul ama kalbe aykırı.

Kalp nerede? Bu sorunun cevabını bulmak için ‘Viyadükler’e tekrar bakmak gerekiyor. Bu kitaptaki bir şiirde “Yalnız yürekle şiir yazılmaz/ yoksa hayat dudaklarımdan taşar…” mısralarını okuyoruz. Yani kalp, insanın çıplakken dudaklarına bulaşan bir organdır. Bırakın çıplaklığı, kalbin tümden sarsılmış olması, aklın zaferi olsa gerek. Aklın zaferinin bedeli, insanın hayattan mahrum kalmasıdır, dudaklarında hayattan eser kalmamasıdır.

CİNSİYETİN ÖLDÜRÜLMESİ

Onur Köybaşı, hayattan fakir insanlara maruz kalan ‘Punk DNA’da frekanslar dünyasını anlatıyor. Kalan vücudunu diyalize bağlayan şiirsel bir öznemiz var. Çünkü artık sadece vücut değil, DNA da parçalanmıştır. “Banyo görmeyen bedava sevişen” birinin, “Patlasın yedi renk” demesinin başka çaresi yok. Bu seks cinayeti olmalı.

Bu aşamada DNA ile punk ortası arasındaki bağlantıya kısaca değinmek istiyorum. Punk, 70’li yıllardan itibaren dünyada ve özellikle 90’lı yıllarda Türkiye’de yaygınlaşan bir müzik akımıdır. Encümen teşkilatını ve her türlü otoriteyi reddeden bu hareket, kısa sürede bir alt kültür hareketine dönüşerek gençliğin geniş kesimlerini etkiledi. Kitabın başlığındaki punk kelimesi bu alt kültür hareketine gönderme yapıyorsa çok doğal. Ancak buradaki kullanımın da punk’ın kelime anlamı ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Punk değersiz, değersiz, serseri, hayta gibi anlamlara sahiptir. Bir müzik türü ve ardından bir alt kültür hareketi olarak gelişen bu akıma punk adı verilmesi bu anlamları içermesinden kaynaklanmaktadır. Ancak kitabın adını (punk kültüründen sapmadan) rezil DNA, punk DNA diye okuduğumu itiraf etmeliyim. Söz konusu olan cinsiyet cinayeti olduğuna göre, cinsiyeti belirleyen kromozomların DNA’da olduğunu unutmamalıyız. Cinayete yardım genlere yataklık etmekle başlar ve bence Onur Köybaşı’nın DNA’yı bilerek koymasının sebeplerinden biri de bu.

Köybaşı, “Bu kadar da değil” şiiriyle devam ediyor. Bu şiirdeki “Ne zaman seni düşünsem/Odamda iki bebeği öptürürüm” ve “Geceleri yalnız yattığımda/Freud her zaman haklıdır” mısraları bu zaman diliminin temel işlevidir. akılla çeliştiği gerekçesiyle kalbimizi titreten frekanslar, bizi yalnız, yalnız kılmak içindir. Odada iki yalnız bebeği öpmek ve sevgiliyi düşünürken tek başına yatağa gitmek görüntüleri, bu durumun sık sık (belki de her zaman) tekrarlandığı hissini uyandırır. Galiba çağımızın kestiği kefen bu: Yalnızlık!

Şiirin devamında “şu bacağı/o omuzu/ bir araya gelmesin diye aradık// iğne sesini/ itme sesini/ pop sesini/ bum sesini aradık” mısralarına rastlarız. // silinecek tek kaydımız// o odada seninle iki kişi olmayı bekledik/”. İki kişi olmayı bekleyip de olamamak, beklemenin ve beklemenin ortasındaki tutarsızlığı, uyumsuzluğu göstermez. Rahatsız olan bireylerin durumu değil, bunu engellemeyi görev edinen toplumsal yapı ya da siyasi anlayıştır. Çünkü bu bacağın o omuzla bir araya gelmesini engelleyen faktör olası bir pim sesi, bom sesi, çıt çıt sesi ve itme sesidir. İğnesi çekilip patlayan bomba, cesedin üzerine inen kırbaç ve dahası…

Elbette yaşadığımız bu dar zaman diliminde durum böyle. Aksi takdirde hiçbir tarihsel akış tersine çevrilemez ve insan genlerindeki en küçük değişiklikler bile binlerce yıl alır. Pimler, bomlar, patlamalar ve itmeler kulağımıza çok yakın oldukları için bize güçlü geliyorlar. Aslında, dünyadaki tüm sesler arasında bunlar etkisiz küçük ayrıntılardır. Sözün özü bu bacak bir şekilde o omuzla buluşacak.

polateli-haber.xyz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu